1 Mart 2012 Perşembe

Aret Vartanyan'a göre aşktan da yaşamaktan da korkar olduk...

                                            
  Aşk ve Yaşam Korkusu
Birisine aşık olmak ve yaşam korkusu. Birbirlerine o kadar bağlılar ki...
Önce şuradan başlayalım. Bu satırları okuyan bir erkeksen bir şeyi sakın unutma. Bir kadınla konuşurken, hele ki bu kadın aşık olduğun, hayatı paylaştığın kadın ise, ağzından çıkan cümlelerden çok gözlerini, bakışlarını izle. Kadınlar, sözlerinden çok gözleriyle konuşurlar. Sözler seni yanıltabilir, gözler asla. Kadın, gözleriyle söylemek istediği her şeyi söyler. Sözcükler araya mesafe koyar, konuşmak bir kaçıştır. Ne kadar çok anlatmak, açıklamak ihtiyacı duyuluyorsa, içerik o kadar zayıf demektir.
Yaşamak korkusuna gelince. Yaşamak korkusu ölüm korkusuyla eş doğar. El ele gider. Ölüm korkusu, yaşam korkusuna dönüşür. Aşkın en derin noktasında, orgazmın en tepe basamağında ölüm hissedilir. Ölümden korktukça, aşkı da tatmini de yaşayamazsın. Korkarak yaşarsın. Korkunun olduğu yerde ‘gerçek’, kanat çırparak uzaklaşır.
Ölümü seversen, yaşamı da seversin. Ölümden korktukça yaşamdan korkarsın. Sessizlik ölümü çağrıştırır, konuşmadan duramaz insanoğlu. Ölüm korkusu kaybolduğunda, yaşamı iliklerinde hissedersin. Ölümü yok sayıp kaçamazsın. Bunu yaparsan her güzellikte, her mutlulukta ölüm işleri karıştırır. Rengarenk bir kelebeği izlediğini düşün. O birkaç gün sonra ölecek. Ölüm düşman olursa, o güzelliğin tadına varamazsın. 'O’ güzelliği kirletir. Kelebeğin güzelliğini severken, onun öleceği gerçeğini de sevebilmelisin. 
Aşık olduğun kadın için de aynı şey geçerli değil mi? Aşık olduğun kadının yaşlanmasını da, ölümünü de sevebilmelisin. Farkında olmalısın. Yıllarla birlikte o güzel yüz, solmaya kırışıklıklarla kaplanmaya başladığında o yüzü aynı ilk günkü gibi sevebilmelisin. Erkek de yıllarla organik bedeninde değişime uğrar, güçsüzleşir, kaslar sarkar. Sevebilmelisin. Sen, aşkının bedenine mi aşık oldun?
 Oysa ölüm, yaşamla eş. Öleceğin için yaşıyorsun. Azrail düşmanın değil, yol arkadaşın. Bu gerçeği sana, gereğinden fazla şişmiş egon unutturmaya çalışıyor. Egonun kaybolduğu her an, ölümü anlıyorsun. Deprem, kaza, hastalık ya da egonun kaybolduğu her anda... Gerçekten sevişirken de egon kaybolur, gerçekten severken de.. O zaman ölüm orada belirir. 
 
 Ölümü seversen yaşamın her anını seversin. Tükenişlerden korkmazsın. Egonu çıkarıp fırlatmaktan çekinmezsin. Sevdiğin kadının, adamın yaşlanmasından ürkmezsin, hüzünlenmezsin, korkmazsın. Sarıldığın her an daha bir zenginleşir. Genç bedenlerin sarılmasında aldığın hazzı güçsüz bedenlerin sarılmasında da alırsın. Hem de aynı kadına, aynı adama, aynı hislerle sarılabilmenin verdiği tarifsiz hazla... Bugün başlayamadığın birçok şeyde, bir gün onun biteceği korkusunun olduğunun ne kadar farkındasın?
Ve sevdiğin kadın yaşlandığında, bedeni solduğunda, ağzından zorlukla çıkan kelimeleri ağır işiten kulağınla duymaya çalışma. Gözlerine bak. Gözlerinde gördüğün, işte senin aşık olduğun kadın.  Aret Vartanyan
 Aret'in bu yazısını okuduktan sonra siz de ileride aşağıdaki gibi bir çift olmak istemiyorsanız hayatınızın sonuna dek "neden" ve "keşke"lerle yaşamayı bırakın. Aret'in kitaplarını okuyun. Okumayı sevmiyor musunuz? Buyrun izleyin:) http://www.aretvartanyan.com/

 .

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder